Tugra Otel İstanbul 
Akşemsettin, Fevzipaşa Cd. Feyzullah Efendi Sk. No: 6 34080 Fatih / İstanbul +90 (212) 513 42 80

KARİYE

Edirnekapı semtinde, halen ayakta duran Theodosius Surları'na yaklaşık yüz metre uzaklıkta bulunan yapı, Doğu Roma İmparatorluğu döneminde büyük bir yapı topluluğu olan Khoara Manastırı'nın merkezini oluşturmaktaydı. İstanbul'un Fethi'nden sonra elli sekiz yıl daha kilise olarak işlevini sürdü. Mozaikleri ile ünlü kilise, 1511'de cami olarak kullanılmaya başladı. 1945'te ulusal anıt ilan edilen yapı, Bakanlar Kurulu kararı ile 1948 yılında Müzeler İdaresi’ne bağlı bir müze haline getirildi. Türkiye'nin en çok ziyaret edilen müzelerinden birisidir.

Kariye, iyi korunmuş mozaik ve freskleriyle dünya çapında tanınmıştır. Kiliseden camiye dönüştürülmesinden sonra, içindeki Hristiyanlık sembolleri, yazılar, bütün freskolar, mozaikler ince bir boya ve kireç badanası ile yapıyı tahrip edilmeden örtülmüş, bu sayede günümüze kadar ulaşmıştır.

Tuğra Hotel

FATİH CAMİİ

Fatih Camii ve Külliyesi, İstanbul'un Fatih ilçesinde II. Mehmed tarafından yaptırılmış olan cami ve külliyedir. Külliye içinde 16 adet medrese, darüşşifa (hastane), tabhane (konukevi) imaret (aşevi), kütüphane ve hamam bulunmaktadır. Şehrin yedi tepesinden birinde inşa edilmiştir. Cami 1766 depreminde yıkıldıktan sonra onarılarak 1771'de bugünkü halini almıştır. 1999 Gölcük Depreminde zemininde kaymalar tespit edilen camide 2008 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından zemin güçlendirme ve restorasyon çalışmalarına başlandı ve 2012 yılında tekrar ibadete açılmıştır.

Yapımına 1462 yılında başlanmış ve 1469 yılında tamamlanmıştır. Mimarı, Sinaüddin Yusuf bin Abdullah'tır (Atik Sinan). Cami 1509 İstanbul depreminde büyük hasar görmüş ve II. Bayezid döneminde onarılmıştır.

Tuğra Hotel

SULTANAHMET CAMİSİ

Sultan Ahmet Camii, 1609-1617 yılları arasında Osmanlı Padişahı I. Ahmed tarafından İstanbul'daki tarihî yarımadada, Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa'ya yaptırılmıştır. Cami mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği için ve yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de yine mavi ağırlıklı kalem işleri ile süslendiği için Avrupalılarca "Mavi Camii (Blue Mosque)" olarak adlandırılır. Ayasofya'nın 1935 yılında camiden müzeye dönüştürülmesiyle, İstanbul'un ana camii konumuna ulaşmıştır.

Aslında Sultanahmet Camii külliyesiyle birlikte, İstanbul’daki en büyük eserlerden biridir. Bu külliye bir cami, medreseler, hünkar kasrı, arasta, dükkânlar, hamam, çeşme, sebiller, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethane ve kiralık odalardan oluşmaktadır. Bu yapıların bir kısmı günümüze ulaşamamıştır.

Yapının mimari ve sanatsal açıdan dikkate sayan en önemli yanı, 20.000'i aşkın İznik çinisiyle bezenmesidir. Bu çinilerin süslemelerinde sarı ve mavi tonlardaki geleneksel bitki motifleri kullanılmış, yapıyı sadece bir ibadethane olmaktan öteye taşımıştır. Caminin ibadethane bölümü 64 x 72 metre boyutlarındadır. 43 metre yüksekliğindeki merkezi kubbesinin çapı 23,5 metredir. Caminin içi 200'den fazla renkli cam ile aydınlatılmıştır. Yazıları Diyarbakırlı Seyyid Kasım Gubarî tarafından yazılmıştır. Çevresindeki yapılarla birlikte bir külliye oluşturur ve Sultanahmet, Türkiye'nin altı minareli ilk camiidir.

Tuğra Hotel

AYASOFYA

Bugün hala ayakta duran tarihi mimari harikaklardan biri olan Ayasofya, mimarisi, büyüklüğü, büyüklüğü ve işlevselliği ile sanat dünyasında önemli bir yere sahiptir.

Doğu Roma İmparatorluğu'nun İstanbul'daki en büyük kilisesi olan Ayasofya, aynı yerde üç kez inşa edilmiştir. İlk inşa edildiğinde, adı Megale Ekklesia (Büyük Kilise); Ancak, beşinci yüzyıldan sonra, Ayasofya (Kutsal Bilgelik) olarak anılmıştır. Kilise, yöneticilerin taç giydiği yerdi ve aynı zamanda Bizans döneminde kentin en büyük operasyonel katedraliydi.

İlk kilise, 360 yılında İmparator Konstantios (337-361) tarafından yaptırılmıştır. İlk kilise, ahşap çatısı ile kaplanmış ve dikey olarak genişletilmiş (bazilika), ancak ihtilafların sonucu olarak 404'te yapılan halk ayaklanmasından sonra yakılmıştır. İmparator Arkadios'un (395-408) eşi Eudoksia'yı ve İstanbullu Patrik Hazretleri Chrysostomos'u sürgün etti. Patriğin mozaik portre, kilisenin kuzey kesiminde bulunan timpanon duvarında görülebilmektedir. İlk kiliseden kalıntı kalmadı; Ancak, “Megale Ekklesia” markalı müze deposunda bulunan tuğlaların ilk yapıya ait olduğu tahmin edilmektedir.

İkinci kilise 415 yılında İmparator II. Theodosios (408-450) tarafından yeniden inşa edilmiştir. Bu bazilikal yapının beş tane nefis ve anıtsal bir giriş içerdiği bilinmektedir; Ayrıca ahşap bir çatı ile kaplıdır.

Tuğra Hotel

TOPKAPI SARAYI

Topkapı Sarayı Müzesi, Osmanlı Devleti'nin idari yapısını anlamak, saray yaşamını gözlemlemek ve Osmanlı İmparatorluğu'nun sahip olduğu zenginliklere tanık olmak için mutlaka görülmeli. Müzede Osmanlı devletinin idari binaları ve padişahın ailesinin yaşadığı Harem dışında Hazine, Kutsal Emanetler, Silah Koleksiyonu, Padişah Portreleri, Mutfaklar ve Porselen seksiyonlarını ziyaret edebilirsiniz.

İstanbul'un fethi ile Osmanlı İmparatorluğu'nun başkentinin İstanbul'a taşınmasının ardından Fatih Sultan Mehmed tarafından inşa ettirilen ve 1478'den itibaren 380 yıl boyunca devletin idari merkezi ve padişah ile ailesinin yaşam yeri olan Topkapı Sarayı, 9 Ekim 1924 tarihinde müze olarak ziyarete açıldı ve o günden bu yana ziyaretçi sayısı en yüksek müzelerden biri olarak hizmet vermeyi sürdürüyor.
Tuğra Hotel

KAPALI ÇARŞI

İstanbul’un Fatih tarafından alınmasıyla birlikte, yeni baştan tanımlanan İmparatorluk, birçok yeni kurumu da ortaya çıkartmak zorundaydı. Çünkü artık dönemin em önemli şehirlerinden birisi, yeni bir kimliğin yaratılmasında kaynak rolü oynayacaktı.

Özellikle ekonomik yönden yapılması gereken işlerin başında, “ürün” düşüncesinin en geniş anlamıyla tanımlanması gerekiyordu.

Diğer yandan, herhangi bir şeyi “korumak” ve geliştirmek için, onun üstünü “örtmek ve korumak” gerekmiştir. İşte Kapalıçarşı’nın “üstünün örtülmesi” hiç kuşkusuz böyle büyük bir projenin hayata geçirilmesi amacıyla yapılmıştı. Eğer içinde gerçekten korunması gereken bir şey yaşatılmayacaksa, bu büyüklükte bir organizasyona ve yatırıma niçin gidilmiş olsun?

Bu açıdan bakılınca, Kapalıçarşı, belki de Osmanlı İmparatorluğu’nun geliştirdiği en önemli ve karmaşık projelerden birisidir.
Çünkü 500 yıllık yaşamı içinde, İmparatorluk inanılmaz değişimler yaşamış, başarılar ve başarısızlıklarla karşılaşmış, çok büyük projeler hayata geçirilmiştir. Ama bugün bunlardan hiçbiri hayatta değildir. Diğer yandan dev boyutlu sanayiler kurulmuş, Tersane, Darphane kurulmuş, okullar, saraylar inşa edilmiştir. Ama bugün bunlardan pek azı gerçek işlevini sürdürebilmektedir.

Oysa Kapalıçarşı, İmparatorluğun ürün kimliğinin ve ekonomisinin canlı kalmasını sağlayan dev bir mekanizma olarak tanımlanmış, düzenlenmiş, inşa edilmiş, gelişmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Bu uzun süre içinde birçok önemli sorunla karşılaşmış, depremler yaşamış, yanmış, yıkılmış, ama her seferinde hızla onarılarak yeniden geliştirilmiştir.
Çünkü Kapalıçarşı, dünyadaki birçok kapalı çarşının yanında önemli bir özelliğe sahipti. O sadece bir çarşı değildi. O bir imparatorluğun ürün kimliğinin sürekliliği ve uluslararası rekabetin sağlanması için, devletin en önemli ekonomik projelerinden birisiydi. Doğu-Batı Kuzey-Güney arasındaki çok yönlü ve etkin bir rekabetin denetlenip dengelendiği büyük bir mekanizmaydı.

Yoksa sadece günlük alışveriş için bu büyüklükte bir inşaat ve yönetim organizasyonu niçin kurulmuş olsun? Çünkü Kapalıçarşı bir “gücün simgesiydi”

Tuğra Hotel

HIPPODROME

Sultanahmet Meydanı İstanbul'un en önemli meydanlarından biridir. Bizans devrinde Hipodrom, Osmanlı döneminde At Meydanı olarak bilinen Roma sirki de Meydanın içerisindedir.

Açılış tarihini tam olarak bilemesek de 2.yy’ın sonu ile 3.yy’ın başı arasında kurulduğunu biliyoruz. Ancak hipodromu hipodrom yapan kişi İmparator Büyük Konstantin’dir. Yapıyı genişleterek imparatorluğunun dört yanından muhteşem eserler getirtmiştir. Hipodrom Latincede, at yolu anlamına gelmektedir. Konstantin tarafından yeniden yaptırılan hipodrom; at nalı şeklinde, 480 metre uzunluğunda, 117 genişliğinde ve 100.000 kişilikti. Bazı kaynaklara göre ise 370m ile 120m ebatlarında ve 40.000 kişilikti. Bu yıllarda İstanbul’un nüfusu ise 400.000’di. Hipodrom ile Büyük Saray arasında da geçiş vardı.

Tuğra Hotel

YEREBATAN SARNICI

İstanbul'un görkemli tarihsel yapılarından birisi de Ayasofya’nın güneybatısında bulunan Bazilika Sarnıcı’dır. Bizans imparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından yaptırılan bu büyük yeraltı sarnıcı, suyun içinden yükselen ve sayısız gibi görülen mermer sütunlar sebebiyle halk arasında “Yerebatan Sarayı” olarak isimlendirilmiştir.

Sarnıcın bulunduğu yerde daha önce bir Bazilika bulunduğundan, Bazilika Sarnıcı olarak da anılır. Sarnıç, uzunluğu 140 metre, genişliği 70 metre olan dikdörtgen biçiminde bir alanı kaplayan, dev bir yapıdır. Toplam 9.800 m2 alanı kaplayan bu sarnıç, yaklaşık 100.000 ton su depolama kapasitesine sahiptir. 52 basamaklı taş bir merdivenle inilen bu sarnıcın içerisinde her biri 9 metre yüksekliğinde 336 sütun bulunmaktadır. Birbirine 4.80 metre aralıklarla dikilen bu sütunlar, her biri 28 sütun içeren 12 sıra meydana getirirler.

Çoğunluğu daha eski yapılardan toplandığı anlaşılan ve çeşitli mermer cinslerinden yontulmuş sütunların büyük bir kısmı tek parçadan, bir kısmı da iki parçadan oluşmaktadır. Bu sütunların başlıkları, yer yer farklı özellikler taşır. Bunlardan 98 adedi Corint üslûbu yansıtırken bir bölümü de Dor üslûbunu yansıtmaktadır. Sarnıçtaki sütunların köşeli veya yivli biçimde olan birkaç tanesi hariç büyük bir çoğunluğu silindir biçimindedir. Sarnıcın ortasına doğru kuzeydoğu duvarı önünde yer alan 8 sütun, 1955-1960 yıllarında yapılan bir inşaat sırasında kırılma tehlikesine maruz kaldıklarından, bunların her biri, kalın bir beton tabaka içine alınarak dondurulmuş ve bu yüzden eski özelliklerini kaybetmişlerdir. Sarnıcın tavan aralığı kemerler vasıtasıyla sütunlara aktarılmıştır. Sarnıcın tuğladan örülmüş 4.80 metre kalınlığındaki duvarları ve tuğla döşeli zemini, Horasan harcından kalın bir tabakayla sıvanarak su geçmez hale getirilmiştir.

Tuğra Hotel

TAKSİM MEYDANI

Meydan olmadan önce, eski evlerin sıralandığı dar bir bölge olan semt, meydan haline getirilip genişletildikten sonra zamanla bugünkü görünümünü almıştır. Meydanın ortasındaki Cumhuriyet Anıtı ve çevresi bugün tören yeri olarak kullanılıyor ve buluşma yeri işlevini üstleniyor.Meydanın başlangıcından Tünel`e kadar nostaljik tramvay çalışır.

Taksim aynı zamanda kültür,eğlence ve büyük bir alışveriş merkezidir.Çok sayıda mağaza, sinema ve tiyatro salonu, sanat atölyeleri, sergi salonları, bar, disko, kafe barındırır. Özellikle haftasonları Taksim`de 24 saat hareket vardır. Meydanın girişinde bulunan dönercilerin (bazıları haftaiçi de dahil olmak üzere)çoğu haftasonu tüm gün açıktır. Saat 05.00`e kadar geceklüpleri kapanmaz. Meydanın yakınlarında bulunan taksiler ile günün her saati ulaşım sağlanır. Taksim Meydanı`nın simgesi haline gelen anıt İtalyan heykeltraş Pietro Canonica`ya yaptırılmış, 1928 yılında yerine yerleştirilmiştir. Anıtın yapımı 2,5 yıl sürmüş, anıt taş ve bronz kullanılarak yapılmıştır. Maliyeti için halktan para toplanmıştır. Cumhuriyet dönemi anıtlarından ilk defa figüratif bir anlatımla Atatürk`ü ve yeni düzeni anlatan bir heykeldir. Anıt dikilmeden önce Taksim`de alan özelliği yoktu.

Taksim Çeşmesi; İstiklal Caddesi, Gümüşsuyu ve Sıraselviler arasında kalan bir açıklıktı, bu anıt için kışlanın bir kısmı alana katılmıştır.Dairesel bir meydanın ortasına dikilen anıtta, iki yüzünde bronz figürlerin yer aldığı geleneksel mimari kullanılmıştır, 11 metre yüksekliğindedir. Kaidesinde pembe Trentino ve yeşil Suza mermerleri kullanılmıştır. Anıtın bir yüzü Cumhuriyet Türkiyesi`ni, diğer yüzü ise Kurtuluş Savaşı`nı simgelemektedir.

Anıtın kuzey yönünde Mustafa Kemal, yanında İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve halk betimlenmiştir. Anıtın yan yüzlerinde birer asker üstlerindeki madalyonlarda ise iki kadın figürü görülmektedir. Anıtın dar yüzleri altında mermerden yalaklar bulunur. Bunlar çeşme olarak düşünülmüş daha sonra eklenmemiştir.

Tuğra Hotel